Tarih: 21.05.2018 16:18
Padişah, Emir Sultan'ı görünce ağlayarak boynuna sarılmıştı...
Hem yaşadığı dönemde hem de günümüzde ismi Bursa sınırlarını aşıp dünyanın dört yanına ulaşmış büyük tarihi kişiliklerden birinin adıdır Emir Sultan.
Emir Sultan ile peygamber soyundan gelen muhterem babası Buhara’da tenha bir yerde sohbet ediyorlardı. O sırada yanlarına sıkıntılar içinde bir kişi gelip, perişan halini anlattı ve yardım istedi:
- Buhara’da bir bahçem vardı. Çoluk çocuk onun mahsulü ile geçiniyorduk. Bir fırtına esti, ağaçları ve sebzeleri kuruttu. Ey Resûlullah’ın evladı! , bana yardımcı ol.
Emir Sultan’ın babası “Cenâb-ı Hak inşallah seni arzuna kavuşturacaktır.” diyerek onu teselli etti.
O gece Emir Sultan, ihtiyarın bahçesine gizlice varıp, Allah’a dua ederek yalvardı:
- Ey nimetler veren ve rızkları taksim eden Allah’ım! Bu fakirin ağaçlarını ve ekip diktiği sebze ve meyvelerini eski canlılığına kavuştur.
Ertesi gün bahçede ağaçlar çiçeklendi, sebzeler canlandı.
İhtiyar, Allah’ın kudretine hayran kalıp, başından geçenleri Buhara halkına anlattı. Bu kerameti görünce insanlar, Emir Sultan’dan dua talebinde bulunmaya başladılar. Ancak o Buhara’daki uhrevi yolculuğunun sonuna gelmişti.
Babasının vefatından sonra aldığı ilahi emir üzerine Mekke’ye gitti. Hac farizasını yerine getirip Medine’ye geçti. Niyeti, ceddi Hazreti Muhammed’in mübarek kabrine yakın bir yere yerleşmek ve ömrünün sonuna kadar orada kalmaktı.
Ama bir gece hayatını değiştirecek bir rüya gördü. Rüyasında hazreti Muhammed ve hazreti Ali yan yana oturuyorlardı. Hazret-i Ali ona;
“Ey Oğlum! Sana cenap-ı Hak tarafından ceddin Muhammed’in sünnetini, takva yoluyla öğretmen için Rum iline gitmen işaret olundu. Senin önünde, ilerleyen nurdan üç kandil belirecek, o kandiller nerede gözünden kaybolursa orada kalacaksın. Mezarın da orada olacak.” dedi. Emir Sultan hemen o sabah yola çıktı. Hazret-i Ali’nin dediği gibi, üç kandil ona kılavuzluk ediyordu.
Uzunca süre gittikten sonra bir yol kavşağına vardı. Oranın yerlisi bir kişi, sağdaki yolda geçit vermeyen bir ejderha olduğunu söyledi o yoldan gitmemesini tembih etti.
Ancak Emir Sultan’ın önünde giden kandiller o yolu gösterdiği için, o yoldan ilerledi. Bir süre sonra yol kenarında bir ejderhanın uzandığını gördü. Ejderha, şerefli bir misafiri bekler bir haldeydi, Emir Sultan’ın devesinin ayaklarına kapanarak; “Hoş geldiniz Şeyhim! Emrinizdeyim!” dedi.
Bu uzun yolculuk boyunca Emir Sultan’a yeni yoldaşlar, müritler katılıyordu. Zamanla kalabalıkça bir kafile olmuşlardı.
Emir Sultan’ın kafilesi, Sakarya Nehri kenarında bir bahçede konaklamıştı. Talebelerden birinin canı hurma istedi. Sakarya’da hurma ne gezer. İşte o sırada bir mucize gerçekleşti ve su kenarında bir hurma ağacı yükseldi.
Bursa’ya geldiği zaman, önündeki nurdan üç kandil gözünden kayboldu.
Böylece Emir Sultan bu şehre yerleşti.
Bu sırada Yıldırım Bayezit Macarlarla savaşıyordu. Düşman kuvvetleri, Osmanlı ordusuna büyük zayiat verdiriyordu. Bu esnada bir genç, yaralıların yaralarını sarıyor, bazen da ellerini açıp dua ediyordu. Kolundan yaralanan Yıldırım Bayezit, bu genç askerin gayret ve maharetle yaraları sardığını görünce, o gence karşı kalbinde bir yakınlık hasıl oldu. Yanına kadar giderek;
“Benim de kolumda yara var, yaramı sar!” deyince, Emir Sultan cebinden bir mendil çıkarıp; “Buyurun Padişahım, sizin yaranızı da bu mendil ile sarayım.” dedi. Sabah olunca, sarılan bütün yaraların iyi olduğunu, askerlerin ayağa kalktıklarını padişaha haber verdiler. Yıldırım Bayezid da merak edip kendi yarasını açarken, kolundaki mendilin, hanımının nişanlı iken kendisine hediye ettiği mendilin yarısı olduğunu fark etti. Akşam yaraları saran askerin, yanına getirilmesini emretti. Fakat o askeri bulamadılar.
Osmanlı ordusu daha sonra Niğbolu Kalesi önlerine geçti. Niğbolu Kalesinin fethi için günlerce kanlı çarpışmalar oldu. Kale bir türlü feth edilemedi. Hücumların en şiddetli anında, daha önceki muharebede askerlerin yaralarını saran genç, kale kapısını ardına kadar açtı. Yıldırım Bayezit ve askerleri kaleye girdiler. Kaledekiler teslim olmak mecburiyetinde kaldılar. Zaferden sonra bu genci aradılar, bulamadılar. Yıldırım Bayezit, Rumeli’nin fethinden sonra Bursa’ya gelmeyip Edirne’de konakladı.
Bu sırada Yıldırım Bayezid’in kızı, Hunda Fatıma Sultan rüyasında Hazreti Muhammed’i gördü. Resul-i Ekrem ona Emir Sultan ile evlenmesini buyurdu. Halbuki Hunda Fatıma Sultanın, Rumeli Beylerbeyi Süleyman Paşa ile evleneceği söylenmekte idi.
Sultan Emir Sultan’a hizmetçisini gönderip peygamber buyruğundan haberi olup olmadığını sordurunca şu yanıtı aldı:
- Bizim de malumumuzdur. Nikâhımız, Allah tarafından kıyıldı. Dinimiz üzere burada da kıyılması gerekir.
Fakat Valide Sultan kızını vermek istemiyordu. İşi yokuşa sürmek için aracılara şöyle dedi:
- Emir Sultan’a söyleyin, kırk deve yükü altın getirirse kızımı veririm
Emir Sultan da,
“Sultan validemiz develeri yollasınlar, İstediği altınları gönderelim” dedi. Saraydan kırk deve gelince Emir Sultan, develerle Nilüfer Çayının kenarına gitti. Develeri getirenlere;
“Heybeleri bu kumlarla doldurun” buyurdu. Kırk deveden meydana gelen kervan saraya girince Emir Sultan, “Boşaltın, istediğiniz altın olsun” dedi. Heybeler boşaltılınca, ortalığa altın saçıldı.
Nikâh haberi Edirne’ye ulaşınca, Yıldırım Bayezid, Süleyman Paşayı, Emir Sultan’ın ve Hunda Hatun’un başlarını getirmesi için Bursa’ya gönderdi. Süleyman Paşa Bursa’ya gelince, Valide Sultandan onları istedi. Valide Sultan vermeyince, kırk asker, Valide Sultan’ın sarayına saldırdıysa da Emir Sultanın kerametiyle başarılı olamadılar.
Padişahın, Emir Sultan’ın ve kızı Hunda Sultan’ın öldürülmesi için Bursa’ya asker gönderdiğini duyan Molla Fenari, Yıldırım Bayezit’e şu mektubu yazdı:
“Sultanımızdan bir ricamız vardır. Dün öldürülmesini emrettiğiniz Emir Sultan, Resul-i Ekrem’in neslinden hürmete değer bir insandır. Bu zât gibi temiz kalpli, Peygamber neslinden bir kişi, zamanımıza kadar Anadolu’ya ayak basmamıştır. Buna benzer aslı temiz bir kimseyi elleri hediyeler dolu davetçiler göndererek Buhara’dan Anadolu’ya getirmeye çalışsaydınız, sizin için ebedî bir şeref olurdu. Böyle yapmadığınız hâlde, manevi irade üzerine yurdumuza gelen bu zât dolayısıyla Peygamber efendimize yakınlık kazandığınız takdirde, dünya ve ahiret saadetiniz artacaktır.
Şunu da bildireyim ki, eğer bir daha onun başını kestirmek için asker gönderirseniz, bütün yurdumuzun felâketi olacağından şüphemiz yoktur. Son ferman sultanımızındır.”
Aradan günler geçtikten sonra Bursa’ya dönen Osmanlı ordusunu ve sultanı karşılayanlar arasında Emir Sultan da vardı. Yıldırım Bayezid, onu görünce hemen tanıdı. Kellesini istediği bu genç harp meydanında kolunun yarasını iyi eden ve Niğbolu’da ordusuna kale kapısını açan gençten başkası değildi.
Emir Sultan padişaha kendisini
“bendeniz damadınız Muhammed Şemseddin” diye tanıttı. Yıldırım Bayezid atından inerek onunla gözlerinden yaşlar dökerek kucaklaştı.
EMİR SULTAN TÜRBESİ
Emir Sultan Külliyesi içindeki türbede Emir Sultan'a ait sandukanın yanında oğlu Emir Ali ve eşi Hundi Hatun'un kabirleri bulunuyor.
Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin çıkardığı Manevi Değerler Gezi Rehberi'nde yer alan bilgilere göre külliye ve türbe hakkında şunlara rastlamak mümkün:
Külliye içerisinde; cami, türbe, dergâh, hamam ve çeşitli dönemlerde yaptırılan özgün çeşmeler yer almaktadır. Ancak dergâh yakın dönemde yıkılmıştır.
Yıldırım Beyazid'in kızı, Emir Sultan'ın eşi, Hundi Fatma Hatun tarafından Emir Sultan adına 15. yüzyılda yaptırılmıştır. Türbenin üzeri kubbe ile örtülmüştür. Çeşitli onarımlar sonucu özgün yapını yitiren türbe, 1868 yılında Sultan Abdülaziz tarafından onarımatabi tutulmuştur.
Kitapta, Emir Sultan için de şu bilgiler dikkat çekiyor:
Asıl adı Seyyid Şemseddin Muhammed b.Ali el-Hüseyin el Buhari'dir.
1368 yılında Buhara'da doğmuş, 1429 yılında Bursa'da vefat etmiştir.
Babası devrinin tanınmış mutasavvıflarından halk arasında 'Emir Külal' olarak tanınan Seyyid Ali Efendi'dir.
Emir Buhari döneminin Bursalı bilgin ve ulemaları, başta Molla Fenari olmak üzere; Somoncu Baba, Hacı Bayram Veli gibi önemli şahsiyetlerin sohbetlerinde bulunarak istişareler yapmış, daha önce Seyyid Şemseddin olarak anılmaktayken henüz 22 yaşındayken halk arasında Emir Sultan olarak anılmaya başlanmıştır.
İlk yerleştiği yerden bugünkü caminin karşısına yerleşerek hizmetlerine burada devam etmiştir. Sosyal hayat ve ahlak üzerine yaptığı sohbetlerle halkı bu tür bozulmalardan uzak durdurmaya gayret etmiştir.
Devişleri, sufileri ve bilginleri Bursa'ya davet ederek adeta bir sosyal dayanışma ve buluşma gerçekleştirmiştir. Her yıl düzenlenerek bir gelenek haline getirilen etkinlikler, ölümünden sonra da devam ettirilmiştir. Evliya Çelebi de bu bayramdan övgüyle söz etmiştir.
Kaynak: OLAY
Orjinal Habere Git
— HABER SONU —