Tarih: 25.05.2018 15:39
Mehmed Muhiddin 2 akçe ile Üftade oldu
Üftade, Bursa evliyaları içinde hikayesi en ilginç, en ibretlik olanlardan biridir. Asıl adı Mehmed Muhiddin olan bu evliya Üftade mahlasını 60 yaşından sonra alır. Makamdan düşmek anlamına gelen bu ismi benimsemesinin nedeni istemeyerek aldığı 2 akçe olmuştur.
Bursa’da uzun süre imamlık yapan
Mehmed Muhiddin’in tek arzusu isminin manasını yerine getirmek ve layık olmaktı. Çünkü onun ismi; dine maddi manevi hayat veren, canlandıran, ruh veren anlamına geliyordu. Bunun için baba mesleği olan ipekçilik işini ihmal edip kendini tamamen hak yoluna vermişti. Cami minarelerinden okuduğu ezanlar kale duvarlarına çarpıp şehre yayılır, müminler bu davudi sesin çağrısına uyup camileri her gün daha fazla doldururlardı.
Mehmed Muhiddin 61 yaşına kadar Ulu Cami ve Doğanbey Cami’inde fahri olarak görevine devam etti. Bursa’da çok sevilen bir hafızdı.
Ulu Cami’deki görevi sırasında cemaatin ileri gelenleri bu değerli hocaya hizmetine karşılık olarak 2 akçe aylık bağlanmasına karar verdiler ve ilk aylığını da takdim ettiler. Mehmed Muhiddin kendisi için hiç bir değeri olmayan bu parayı, iade etmenin edep dışı olacağını düşünerek almıştı.
O gece rüyasında Mürşidi Hızır Dede’yi gördü. Hızır Dede ona, “Bu parayı hangi sebep ve saik sonucu almış olsan da hata ettin. Sen bu 2 akçeyi alıp kesene atmakla manevi mertebenden üftade oldun” dedi.
Mehmed Muhiddin mürşidinin rüyasında demesine göre üftade olmuştu yani manevi makamından düşmüştü. İşte o günden sonra üftade mahlasını kullanmaya başladı. Yaşadıkça ve öte dünyaya göçtükten sonra hep Üftade diye anıldı.
Hisar Mahallesi’nde oturmakta olan bir kişi hacca gitmeye niyetlenir fakat buna maddi gücü yoktur. Adamcağız her sene haç mevsiminde boynu bükülür, mahsunlaşır. Onun durumuna üzülen yakınları Üftade hazretlerine gitmesini salık verirler. Adam Üftade hazretlerine varır, ağlayarak halini anlatır. Üftade hazretleri de:
'
Bizim Eskici Mehmet Dede’ye git, bizden selam söyle, o seni hacca götürsün' der.
Emir büyük yerden gelmektedir, Mehmet Dede gelen zatı tayy-i mekan hadisesini kullanarak hacca götürür, hac görevini birlikte yaparlar ve bir kaç gün sonra kendilerini tekrar eskici dükkanında bulurlar.
Eskici Mehmet Dede’nin dükkanından çıkıp eve giden hacı baba karısı tarafından içeri alınmaz ve yalancılıkla itham edilerek geri çevrilir.
Hacı baba zamanın meşhur kadısı Aziz Mahmud Hüdai’ye gider ve maruzatını anlatır. Mahkeme kurulur, kadı davacı ve davalıyı dinler. Adam hacca gidip geldiğini orada şahitleri olduğunu anlatmaktadır. Ancak şahitler henüz haçtan dönmemiştir. Aziz Mahmud Hüdai şahitlerin hac dönüşü dinlenmesi için davayı ileri tarihe erteler.
İşine çok titiz olan Kadı, herhangi bir yalancı şahitliğe meydan vermemek için haçtan dönen hacıları yolda karşılar ve adamın anlattığı hadisenin aynen olduğuna kanaat getirir. Kurulan mahkemede karı ile kocanın arasını bulur ve onları evine gönderir.
Kadı Aziz Mahmud Hüdai kuvvetli delillere ve inandırıcı beyanlara bakarak Eskici Mehmet Dede ve hacı babayı sahtecilik lekesinden kurtarır ama bu kadar ilim tahsil ettiği halde bu olaya bir türlü akıl erdiremez. Günler boyu düşünür taşınır sonunda kendini Eskici Mehmet Dede’nin dükkanında bulur.
Eskici Mehmet Dede kadıya,
“sorularınızın yanıtı bizde değil HZ. Üftade’dedir, varın oraya müracaat edin” der.
Kadı Aziz Mahmud Efendi emir verir, atı hazırlanır. Sırmalı kaftanını resmi sarığını giyer Üftade’nin yoluna koyulur. Ama yolda atı çamura saplanır. Kadı ne kadar uğraşsa da atın ayaklarını çamurdan kurtaramaz. Nihayet attan iner, ipek kaftanı yolları süpürerek tekkenin yolunu tutar.
Kadı tekkeye vardığında Üftade sırtında eski bir hırka bahçeyi çapalamaktadır. Kadı Üftade’ye bakarak:
-'Biz memleketi idare ediyoruz zannediyorduk, halbuki memleket kimin idaresindeymiş' diye mırıldanır.
Üftade Kadı’ya bir nazar eder ve herşeyi anlar.
“Yazık kadı efendi” der ve devam eder; “Yanlış kapı çaldın. Burası yokluk kapısıdır. Biz yokluk kapısının kuluyuz. Sen ise varlık kapısının adamısın. İkimiz bağdaşamayız. Senin malın, mülkün, mamur bir dünyan var, bizim ise Allah’tan başka hiç bir şeyimiz yok.”
Bu sırada kapının yanında gözlerinden yaşlar süzülmekte olan Mahmud Hüdai şöyle konuşur:
- Ben herşeyimi şu kapının önünde terk ettim, yeter ki sizin müridiniz olayım.
Bunun üzerine Üftade buyurur:
- Üstündeki elbiseyi çıkaracaksın. Kadılığı bırakıp ciğer satacaksın ve her gün tekkeye üç ciğer götüreceksin.
O günden sonra kadı mahkemede görülmez.
ÜFTADE CAMİSİ
Üftade Camisi 1580 yılında vefat ettiği bilinen Üftade Mahmud Muhiddin tarafından yaptırıldıktan sonra 1855 depreminde zarar görmüş, 1869 yılında Serazkar Rıza Paşa tarafından yeniden yaptırılmıştır.
Üsttü üç kubbe ile örtülü olan son cemaat yeri önde üç, yanlarda birer kemerle desteklenmiştir.
Asıl ibadet alanına giriş kapısı üstünde, mermerden, küçük boy talik harflerle Türkçe yazılmış, 0,75 x 1,20 metre boyutlarında altı satırlık kitabesi vardır.
13 x 13 metre iç ölçülerinde bulunan caminin üzeri kubbe ve tonozla örtülmüştür. Caminin girişinde üç metre derinliğinde bir son cemaat yeri bulunmaktadır.
Duvarları kesme taş ve tuğla ile örülmüştür. Cami çeşitli depremlerde yıkıldığı için, torunu İbrahim tarafından yeniden yaptırılmıştır. 1855 yılında büyük kubbe yıkılmış, son cemaat yerinin kubbe ve kemerleri çatlamıştır. Bu dönemde dört ahşap sütun üzerine sekizgen kasnaklı Bağdadi bir kubbe oturtulmuş, yapının beden duvarlarına bağlanan yuvarlak tonoz ve eliptik kemerler inşa edilmiştir. 1869 yılında yeniden inşa ettirilen kare planlı türbe ise Cami’nin doğusunda bulunmaktadır.
ÜFTADE TEKKESİ
Üftade Mehmed Muhyiddin tarafından 16. yüzyılın sonlarına doğru yaptırılan cami ve tekke orijinal şekli ile günümüze gelememiştir.
Toplam 2 bin 500 metrekarelik alana yayılan yapıda, zemin ve 1. kattan oluşan 630 metrekarelik tekke bölümü ile 135 metrekareden oluşan cami ve semahane bulunmaktadır.
Tekke bölümünde çok amaçlı salon, arşiv, çilehane, külhan, sofa, hamam, mutfak, soğukluk ve 9 adet oda bulunmaktadır. Cami bölümünde ise cami ve semahane bulunmaktadır.
Semahane günümüzde son cemaat yeri olarak kullanılmaktadır.
Semahanenin kuzeyinde bulunması gereken selamlık günümüze gelememiştir.
Çilehane, iki katlı, kare planlı ve ahşap tavanlı basit bir yapıdır.
Çilehane içinde Üftade’nin çok sayıda özel eşyası ile sema için kullanılan defter bulunmaktadır.
Cami 1975 yılında vakıflar genel müdürlüğü tarafından onarıma tabi tutulmuş kuzeye bakan duvarların bir kısmı tuğlayla yenilenmiştir.
Mescid pencereleri eski yapısından kalan en orijinal kısımdır.
Bugün ise son halini Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekleştirilen restorasyon çalışması ile almıştır.
Orjinal Habere Git
— HABER SONU —