Tarih: 26.01.2019 11:53

Enver Gülşen'in gözünden 'Buğday' ve 'Ahlat Ağacı'

Facebook Twitter Linked-in

Gülşen, Türk sinemasının son dönemindeki önemli filmlerinden Semih Kaplanoğlu'nun yönettiği "Buğday" ile Nuri Bilge Ceylan'ın yönetmenliğini yaptığı "Ahlat Ağacı"na ilişkin AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.

Her filmin içeriği ile formu arasında et ile tırnak gibi bir ilişki olduğunu belirten Gülşen, şöyle devam etti:

"Filmlerde hikayenin bizden olması, o filmin yerli olduğunu göstermez. Bir filmin formu onu üreten kültürün izlerini taşır. Türkiye'de diziler için Hollywood şablonu üzerinden yerli hikayeler çekiyorlar. Bu çok sıkıntılı bir şey. Bu problemi çözüp çözemeyeceğimiz meselesi aslında onu ne kadar dert edindiğimizle ilgili bir durum. Ben o derdin çok olmadığı kanaatindeyim. Kültür sanat alanında bir şeyler üreten, dizi yapan, şiir yazan insanlarda, o derdin çok olmadığı kanaatindeyim."

Kendi içeriğine ait sinema dili üretebilen ender yönetmenlerden birinin Semih Kaplanoğlu olduğunu vurgulayan Gülşen, yönetmenin ilk filmi "Herkes kendi evinde"den itibaren arayış içinde olduğunu anlattı.

Kaplanoğlu için "Buğday" filminin de bu anlamda çok önemli bir aşama olduğunu aktaran Gülşen, "Buğday'ın temel meselesi teknolojinin insanı getirdiği yer değil. O, filmin bahanelerinden bir tanesi sadece. Temel mesele, onun da içinde olduğu çok daha büyük bir mesele. O mesele de şu, iİnsanın yavaş yavaş insanlığını yitirmeye başlaması." ifadelerini kullandı.

"Bir Zamanlar Anadolu'da neredeyse bir başyapıt"

Nuri Bilge Ceylan'ın "Bir Zamanlar Anadolu'da" filmini "neredeyse bir başyapıt" olarak nitelendiren Gülşen, buna rağmen yönetmenin, filmlerinde nefsin alt katmanlarındaki kötülüğü göstermekten öteye gidemediği görüşünü dile getirdi.

Gülşen, Ceylan'ın son filmlerinde kullandığı uzun diyalog sahnelerini de eleştirerek şu değerlendirmelerde bulundu:

"Ben hiç katılmasam da Nuri Bilge'ye yapıştırılan bir yafta vardı, 'Bu adam fotoğrafçı, sadece görüntü ile bir şeyler yapmaya çalışıyor' diye. Ama sanıyorum o bu yaftanın çok etkisinde kaldı. Çok kendisinden olmayan, kendisinin içselleştirmediği meseleleri filminde anlatmaya başladı. İlk filminden itibaren hep Tarkovski olmak isteyen bir yönetmenle karşılaşırız. Tarkovski olmak öyle kolay değildir. Tarkovski'yi Tarkovski yapan unsurların farkında olmak gerekiyor. Mesela Semih Kaplanoğlu ile Nuri Bilge Ceylan arasındaki en büyük fark, Kaplanoğlu'nun filmlerini kendi 'seyr-u süluk'una giden bir yol olarak görmesi. Nuri Bilge Ceylan'ın öyle bir derdi olduğunu zannetmiyorum. Film, sizin yolda olduğunuz yeri gösteren bir şeydir. Bir sonraki filmde onun üstüne çıkmanız gerekir. Ceylan'ın, Kaplanoğlu'nun ardından Türk sinemasının gelmiş geçmiş en önemli yönetmeni olmasına rağmen patinaj yapma sebebi de o. Ingmar Bergman da hep 'Tanrı ile kavga eden' filmler yapar. İnsanın inanmakla inanmamak arasındaki gerilimini yansıtır filmlerinde. Tarkovski diyor ya 'Sanat ideale duyulan özlemdir.'  Bir Zamanlar Anadolu'da filminin en büyük eksikliği de o ideale ulaşmak gibi bir hedefinin olmaması."

"Ahlat Ağacı" filmine yönelik eleştirileri

Gülşen, Nuri Bilge Ceylan'ın son iki filmi "Kış Uykusu" ve "Ahlat Ağacı"nda biçim anlamında da ciddi bozulmaya maruz kaldığını söyledi.

Enver Gülşen, şunları kaydetti:

"Semih Kaplanoğlu ve Nuri Bilge Ceylan birbirlerinden çok farklı yönetmenler aslında. Kaplanoğlu ne kadar evrensel olmak için yerli olmaktan hareket ediyorsa Nuri Bilge Ceylan daha 'evrensel' şeyleri ele alma derdinde. Ceylan, sinemanın zamansallığı üzerine güzel şeyler beceriyordu son iki filmine kadar ama son filmi Ahlat Ağacı'na baktığımızda yönetmen, filmde diyaloglarla bazı felsefi meselelere değinmeye çalışmış ama çok becerememiş. Nuri Bilge'nin güçlü olduğu taraf hiçbir filminde diyalogları olmadı. Nuri Bilge'nin güçlü olduğu taraf, filmin zamanla ve mekanla kurduğu ilişkiyi kendi sinemasına yar etmeseydi. Bu özelliğini son iki filminde çok becerebildiğini düşünmüyorum doğrusu. Bana kalırsa 'Ahlat Ağacı', Nuri Bilge'nin filmleri içinde en kötüsü denilebilir."

"Sinemada aradığımız ümmi seyircidir"

Gülşen, zihinlerin Hollywood filmleriyle kirlenmemesinin önemli olduğuna dikkati çekti.

Hayatın yavaş akışına Kaplanoğlu filmlerinin çok hoş geldiğini anlatan Gülşen, şöyle dedi:

"Ben anneme ve babama 'Yusuf' üçlemesini izlettim, çok hoşlarına gitti. 5-6 yaşlarındaki yeğenlerime Andrey Tarkovski'nin 'Stalker'ını izlettim, 3 saatlik filmi rahatlıkla izlediler. Ne zaman ortaokul çağına geldiler, izleyemez oldular. Sinemada bilinçli seyirci kavramını doğru bulmuyorum. Bizim aradığımız ümmi bir seyircidir. İnsanlar belirli bir eğitim sürecinin ardından ümmiliklerini kaybediyor. Ben bu anlamda doktorasını yapmış birinden ise ufak bir çocuğu tercih ederim. Doktorasını yapmış birinin önünde bir sürü ön yargı perdeleri vardır. O ön yargı perdeleri ümmiliğin kalbi sanatına ulaşamaz çünkü orada hep bir şeyleri çözmeye çalışır. Sinema da şiir de öyle anlaşılabilecek bir şey değil. Şiir sizin kalbinize mıh gibi saplanır. Neden sorusunu sormaya başladığınız andan itibaren işi rasyonel aklın sahasına çekersiniz ve eseri hakkıyla anlayamazsınız."




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —