'Cemiyet Kaçkını yılların ürünü'

Dilek Atlı / Olay Gazetesi

Bursalı yazar Kemal Selçuk, sekiz yıl aradan sonra kaleme aldığı “Cemiyet Kaçkını”yla yeniden okurlarıyla buluştu.

İletişim Yayınları'ndan çıkan kitap, Bursa'da yaşayan iki yazar adayının bir kadın etrafında dönen ikircikli hikayesini anlatıyor. Yazarla kitabı üzerine görüştük...

“Cemiyet Kaçkını”, uzun bir aradan sonra kaleme aldığınız bir roman. Bu süre içinde yazın dünyanızda neler değişti? Okur yazarlık hayatınızda neler oldu? 2008 yılında “Kurşuni” adlı romanım yayımlandıktan sonra yazmayı bırakmadım elbette. Ancak arzu ettiğiniz düzeye ulaşmak pek kolay olmuyor. Okumalarımı da aksatmadan sürdürdüm. Çünkü bir yazar için, okumak en az yazmak kadar önemlidir.

Size “Cemiyet Kaçkını”nı yazdıran, sizi tetikleyen etken neydi?

“Cemiyet Kaçkını”nı yıllar önce bir öykü olarak tasarlamıştım. Yazmayı düşündüğüm öykü notları arasındaydı. Geçen zamanda öne çıktı, kendini kısa bir roman olarak yazdırdı. Yazmak, yeri doldurulmaz tutkulardan biri benim için. Kelimelerle yarattığınız dünyalar size olduğu kadar okurlara da haz veriyorsa, başarılısınız demektir. 'Cemiyet Kaçkını', yıllar geçtikçe kafamda olgunlaştı, karakterleri ete kemiğe büründü.

[caption id='attachment_7322' align='alignright' width='267'] Fotoğraf: Yakup Altan[/caption]

İKİ YAZAR VE BİR KADIN...

Karşımızda Oğuz, Kerim ve Makbule var. İki yazar ve bir kadın. Cemiyet Kaçkını'na, aşk kırıklıkları ve yazar kıskançlığının odaklaştığı bir roman diyebilir miyiz?

Diyebiliriz. Aşk, hayatta ve kurmaca dünyalarda insanları cezbeden konuların başında gelir. Nice romanın, filmin önemli bir kısmı aşk üzerinedir. Oğuz ve Kerim, yazmaya hevesli iki yazar adayıdır. Arkadaş olurlar. Oğuz, kendi içinde çalkantıları olan, kendi deyişiyle 'kentsoylu' biridir. Kerim ise köy kökenli, sakin bir insandır. Bursa'da yaşamaktadırlar ve edebiyat dergisi çıkararak, yazarlık yolunda ilermek istemektedirler. Ancak aralarına eli kalem tutan, okumayı seven Makbule katılır. Böylelikle işin içinden çıkılmaz ilişkiler ve kırıklıklar başlar. Oğuz içten içe Kerim'in sakin, istikrarlı yazma çabalarını kıskanmaktadır, her ne kadar onu küçümsese de.

Bir de Bursa var. Sanki romanın ana karakterlerinden biri. Bursa'nın son 30 yılı eserde değişimleriyle karşımıza çıkıyor. Bursa ve kentin değişen yüzü roman karakterlerini nasıl etkiliyor?

“Cemiyet Kaçkını”, 80'lerin ortasında başlıyor. Kitabın daha az basıldığı, belki daha “kıymetli” olduğu yıllarda. Şehir o günlerden bu yana, bütün dünyayla birlikte çok değişti. Bir metropol haline dönüştü. Romandaki karakterler, Bursa'yı seviyorlar. Roman boyunca şehir de, tıpkı karakteler gibi “değişiyor”. Kitabımda, kent merkezi diyeceğimiz Yeşil, Tophane, Heykel, Mahfel gibi semtler, mekanlar ağırlıklı olarak yer buluyor. Tarihini, kültürünü güçlü bir şekilde yansıtan şehirlerin, metinleri beslediğini düşünüyorum.

[caption id='attachment_7323' align='alignleft' width='267'] Fotoğraf: Yakup Altan[/caption]

Romanda birçok yazar ve edebi esere göndermeler de yapılmış. Karakterlerden ikisi yazar olduğu için bu kaçınılmaz ama romandaki yazar ve eserlerin sizin hayatınızdaki rolleri, anlamları nedir?

Kurmaca metinleri başka metinlerin beslediğini düşünenlerdenim. Metinlerarası göndermeler metni olduğu kadar, okuyanı da besler, keyif verir. Bu edebi lezzetlerin “gerçek edebiyat” olduğuna inanıyorum. Karakterler, mekanlar, olay örgüsü kadar kitaba asıl ruhsallığını edebi göndermeler verir. “Kuyucaklı Yusuf”un Makbulesi, “Tutunamayanlar”ın Selim'i, “Huzur”un Nuran'ı ve yazar olarak Salinger'ın “münzeviliği” kalbi kırık, hırçın Oğuz'un hayatında önemli yer oluşturur. Yaşadığı onca düş kırıklığından sonra Maksem'de annesiyle bahçeli evlerinde, onun kedileriyle, bir bakıma insan içine çıkmayarak yaşar. Yazmayı düşündüğü “büyük eser”in hayaliyle yılları geride bırakır. Bu arada kızdığı insanlar “mütevazı” sayılacak başarılarla hayatına devam etmektedir. Kıskançlık ve kırıklık, hırs ve arayışlar arasında gidip gelir.

Ataç'a benzeyen bir redaktörü yazıyor

Kitaplarınızı uzun aralıklar vererek kaleme aldığınız için sorayım: Yeni bir çalışmanız var mı?

Nurullah Ataç'a çok benzeyen bir redaktörün hayatının son günleriyle ilgili bir metin var elimde. Hüzünlü de olsa ironi yüklü bir adamın hikayesi... Hastalığını öğrendikten sonra bildik bir ortamda umulmadık bir ilişkinin içinde bulur kendini. Hayat sürprizlerle doludur.

'Yazmak, vazgeçmemektir'

Yazma rutininiz nedir? Bir hikaye kendini size nasıl yazdırır?

Yayımlanan kitaplarım “novella” denilen kısa roman türünde. 2002'de çıkan “Ağaç Adamlar” adlı öykü kitabımdan sonra bu türe kendimi daha yakın buldum. 90 ila 130 sayfa arasına sığdırdığınız dünyalar, hayli yoğun olmalı bir yanıyla. Metnin, edebiyat değerini de gözardı etmezseniz epey çalışmanız gereklidir. Tekrar tekrar okumalar, elden geçirmeler, metinden uzaklaşmalar... Sonra da kaldırıp vazgeçmek! Düş kırıklığına her an hazır olmalısınız çünkü. Metin çoğu zaman istediğiniz gibi gitmez. “Üzülürsünüz” ama “belli etmeden” yeniden yazarsınız. Yazmak, vazgeçmemektir bu yönüyle. Flaubert, “Madam Bovary”yi yanılmıyorsam altı kez yazmış. Yayımlanmadan önceki bütün bu çileli serüvenleri yalnızca yazar bilir. Kitap yayımlandıktan sonra söz, okurundur.